Wednesday, November 29, 2006

Arkadaşım Zeynep'in blogundan aldım, çünkü bayıldım.. Kalemine sağlık...

"abidin'e..

Mutlu insanlar görüyorum etrafta..Ne tuhaf?.
Nedir onları bu kadar mutlu kılan anlamıyorum..Hem de hiç..
Evet ben de anlık mutluluklar yaşıyorum ama hepsi o. Bunu hayatlarına yayabiliyor olmaları çok ilginç.
Acaba bendeki malzemeler mi eksik? Ya da bayat? Ya da tamamen yanlış?
Söylemedikleri yeni bir margarin mi kullanmaktalar yoksa?..

Abidin, bırak resmini yapmayı mutluluğun vazgeçtik biz ondan artık, tarif etsen yetecek o kadar çaresiz kaldık.."

zeynepaltuntash.blogspot.com

Tuesday, November 28, 2006

"Reklamlarınızda Kullanmamanız Gereken 5 Kelime"

"McKee diyor ki, "Şu beş kelimeyi asla reklamlarınızda kullanmayın;
1- Kalite
2- Değer
3- Servis
4- İlgi
5- Dürüstlük

Sebepleri de şöyle sıralamış;
1- Kalite: Alınmaya değer her ürün yada hizmet kalitelidir. Alıcılar, fiyata göre, kalitenin de geleceğini bilirler. Ayrıca kalite tüm firmalarca o kadar kullanılmıştır ki, sadece boş 6 harf haline gelmiştir.
2- Değer: Tıpkı kalite gibi, değer de fiyata bağımlı olarak değişmektedir ve alıcılar alımı yaparken, değerin ne olduğunu bilmektedirler. Her ürün veya hizmetin, kendine has değer eşitliği vardır. Bu yüzden "en değerliyi biz sunuyoruz" tamamen havada kalacak bir iddiadır.
3- Servis: Hiç "biz kötü servis veriyoruz" diyen bir reklam gördünüz mü? Dolayısıyla daha iyi servis vaadi, alıcı açısından hiçbir anlam ifade etmeyecekitr.
4- İlgi: Gerçekten firmanızın, rakiplerine göre müşterilerine daha fazla ilgi gösterdiğine mi inanıyorsunuz? Bunu söylemek iyi gelebilir ama, kamuoyu gözünde uçuşan kelimedir sadece. Rakibiniz müşterilerine ilgi göstermezse nasıl ayakta kalabilir? Ayrıca, rakibe göre daha ilgili olduğunuzu nasıl ispat edebilirsiniz?
5- Dürüstlük: Dürüstlük zaten her firmada olması gereken birşeydir. Bunu ilan etmenin nasıl bir anlamı olabilir ki? Ya gerçekten dürüst değilsiniz, birşeyler saklıyorsunuz, dürüst olduğunuzu söyleyerek bunu gizliyorsunuz yada -biraz ayıp ama- rakibinize göre daha yüksek yaşam standartlarınız olduğunu ima ediyorsunuz." Rekabet için elinizde çok fazla şey yoksa, yani "daha"nın yanına birşeyler koyamıyorsanız, bu beş kelimenin hala en iyi alternatifler olduğunu düşüüyorum. Eğer "daha" hala boşsa; daha ucuz, daha farklı, daha ilginç, daha yararlı, daha kısa... zaten yok olup gideceksiniz. Bunlarla biraz daha idare edin!
-BusinessWeek-

Monday, November 27, 2006

Kıbrıs

Uçaktan Akdenizi geçtikten sonra hemen görünen Beşparmak dağlarnın arkasında gerçektne verimsiz mi yoksa verimli de değerlendirilmemiş mi anlamadığım arazinin aralarında bulunan küçük evler.. Bir kaç ev yanyana geldiğin de oluşmuş köyler.. Sevebilirim sanki...
Telefondaki bağlantılardan çok kolay insanlar olmadığını anlamıştım aslında ama bu kadar oldukları aklıma gelmezdi.. Allahım taksiler 30'la gidiyo, insanlarda bir rahatlık bir boşvermişlik.. Sadece kumar oynamak için gelenler ki bu abiler kendilerini belli ediyor, bir tek onlara ilgi var.. (Yani onlara gösterilen ilginin hızını kıskandım resmen) Çok güzel bir sahil kasabası Girne. limanı çok cici. Keşke biraz daha hızlı olabilselerdi. :) Çok daha gelişebilirlerdi o zaman. Girnede deniz yönü haricinde nereye baksanız arkada Beşparmak dağlarını görüyorsunuz. Boğuluyomuşum gibi hissettim, tamam burada bina görüyoruz ama Kıbrıs bana ağır geldi.
Girnenin en güzel restaurantına gittik akşam yemeğine. Di Figaro.. açılalı 5 ay olmuş.. Sahibi İngiltere'de yaşamış bir Kıbrıslı. Sağolsun bizi o kadr iyi ağırladı ki...
Son bombamız havaalanında oldu, dediğim gibi o kadar yavaşlardı ki check in'i 1 saatte yaptırabildik... Heralde ben böyle bir şehirde yaşayamam.. Ve orda yaşayanlar 1200 yaşına kadar yaşayacaklar :))

Bu arada sağdan trafikte ne garip bişi yaa.. Ben orda olsam heralde her arabaya bir kere dokunmuştum :)))

Thursday, November 23, 2006

Sapanca

"Sapanca çok güzel, hele sonbaharda bir başka.."
Hep duyuyordum bu cümleyi ama bir türlü gitmek kısmet olmamıştı. Üyesi olduğum cember.net'te böyle bir organizasyon olduğunu ve enn sevdiğim arkadaşlarımın gittiğini duyunca hemen adımı yazdırdım.. Dedim ki 'e ben eksik kalırmıyım :)'

Pazar sabahı Bostancı ve Maltepe'ye yetişemem, yetişirsem de onların olduğu vagonu bulamam diye koşarak gittim Haydarpaşa'ya.. Trenimiz 8.10'daydı ve ben ilk defa trenle uzun yolculuk yapacaktım. 2,5 saat :) Bir vagon dolusu cember.net üyesiyle güle oynaya vardık Sapanca'ya. Orda bizi 2 otobüsle karşılayan bir arkadaşımız göl evine götürdü. Ankara, Bursa, Sakarya ve Çorludan gelmiş arkadaşlarımız bizi bekliyorlardı. Bir güzel kahvaltımızı yaptık, göl kenarında yürüdük, fotoğraf çektirdik, öğle yemeğimizi yedik, tavla ve dans yarışmaları yaptık, güldük eğlendik ve tekrar trene binip geri döndük.. O kadar güzel bir gündüki, orada olan herkese çok teşekkür ediyorum tekrar, Sapancayı görmediyseniz mutlaka gitmenizde fayda ver efendim.

Monday, November 20, 2006

Tuhaf Bir Aile..

- Müjdat Gezen Tiyatrosu nerde? - ...................
- Hıh anladım.. Bahariye, boğadan yukarı çıkarken ilk sağ sokak, kentucy fried chicken'ın karşısı tamam. - ..................
- Teşekkürler.

Böylece daha önce açıldığını duyduğum Tiyatroda oyun izlemiş olacaktım. Evin teyzemin davetiyle annem, kardeşim ve ben gidiyoruz oyuna. Öncesinde salonun içinde bulunduğu pasajdan bahsetmek istiyorum. Kadıköy'ün Atlas Pasajı bence. Bir sürü küçük ama şık butik dükkan, alışveriş duygumu körüklüyor. O akşam vaktim az ama bu pasaj acil gezilecekler listesine dahil ediliyor. Oyun salonuna gelinceee, salon küçük ama bence tiyatro için ideal.. Çünkü ben büyük salonlarda göremediğim oyunlarda çok zorluk çekiyorum. 7. sıraya oturuyor ve oyunun başlamasını bekliyoruz.


Oyun deliler hastanesinde bir grubun sergilediği, kız isteme olayına farklı ama bir o kadar da komik bakış açısını anlatıyor. O eskiden beri başarısını kanıtlamış harika oyuncularımızın yanında gençlere de açtıkları yol, izleyenleri eğlendiriyor.

Oyun sonrasında Evin Teyzeme teşekkür için kulise iniyoruz. O tatlı yorgunluklarının arasındaki hem eğlenmelerinin hemde eğlendirdiklerinin sevinci, gerçekten görülmeye değer.

Evin Teyzeye(Esen) bir kez de burdan çok teşekkür ederim..

Thursday, November 16, 2006

İyi bir yıl..


Dönüş'e gidelim, aa bu sinemada yokmuş.. Peki iklimler.. O da yok.. Üfff yine mi izleyemiycem.. Bu hafta Babil gelmiş aa onu izleyebiliriz ya da iyi bir yıl.. Farketmez o da olur. hem bu yıl benim yılım olacak, o yüzden iyi bir yıl fena bir seçim değil.. Diyerek giriyoruz sinemadan.. Film böyle bir yaz öğleden sonrasında hamaktaki hafif esinti gibi geçiyor. Hafif, sıkmayan, beklenildiği gibi ilerleyen... Eğer sinemada konu yönünden doymak isterseniz başka film görün derim ama amaç hamakta dinlenmekse bu film ideal..

Konusuna gelince Borsa dehası olan Max, onu yetiştiren ve tek akrabası olan amcasının evini ve üzüm bağlarını satmaya gider, burda aşık olur ve kalır :)) Çok mu özet oldu acaba.. Yokk canımmm :)

Kötü bir alışkanlığınızdan vazgeçin!

Hepimizin isteyerek ya da istemeyerek yaptığı bir çok hatamız, alışkanlığımız var. Bu aralar %100 düşünce gücüne takmış olmakla birlikte herşeyi yenmenin sadece istek olduğunu biliyorum. Ama ufak önerilere de hiç bir zaman kapalı değilim. İşte Scherer Leadership Center'ın CEO'su John Scherer'in önerileri...
1) Kurtulmak istediğiniz bir alışkanlığınızı belirleyin,
2) 'Düzeltme'nin ne olduğuna, yani kurtulmak istediğiniz alışkanlığınızın yerine ne koyacağınıza karar verin,
3) Kolay ulaşabileceğiniz bir yere para doldurun,
4) Kendinizi yapmak istemediğiniz bir şeyi yaparken ya da düşünürken her yakaladığınızda kendinizi bağışlayın ve parayı başka bir yere aktarın. Bu sırada da "bu beş.." deyin ya da kaçıncı yakalanışınızsa o sayıyı söyleyin,
5) Gün sonunda aktardığınız o paraları sayın ve güvenli bir yere koyun,
6) Ertesi gün yeni bir tomar para ile tekrar başlayın,
7) Hafta bittiğinde parayı yüreğinizi hafifletecek bir şey için harcayın ya da kullanın.

Yapmanız gereken şey yalnızca kendinizi yapmak istediğiniz şeyi yaparken yakalamak, kendinizi suçlamadan olayın üzerine gitmek ve yeni davranışı uygulamaya koymaktır.

Hariçten gazel okumak kolay sanırım ama sigarada bu yöntemle bırakılamz mı acaba...

Wednesday, November 15, 2006

Lovemarks


Mediacat'in düzenlediği forumla birlikte Türkiyeye gelen Saatchi&Saatchi'nin CEO'su Kevin Roberts'i iş yoğunluğum sebebiyle izleyemeden kaçırdım. Sadece haberler ve bloglardan takip edebildiğim kadarıyla çok güzel ve çok faydalı bir konferans olmuş.

Eylülcenin yorumlarındaki şu cümle çok hoşuma gitti ve buraya da taşıyorum sizlere.
"Zamanımızın önemli bir çoğunu müşterilerimizin ürünlerimizi almasını sağlamak için harcıyoruz. Bunun için sürekli müşteriye çeşitli mesajlar yolluyoruz. Ama biliyoruz ki müşterilerimizin fazla zamanı yok. Bu nedenle neye uğraşıyoruz? Onların mesajımızı hızlı ve doğru alması için" Sanırım bizim işimizi özetleyen en kısa cümle bu olurdu..

Bunun dışında benim okuduklarımdan en çok dikkatimi çeken Serdar Erener'in yönettiği Marka Meydanında lovermarks seçilen markalar oldu. Burada halkın interaktif oylamasıyla Hürriyet ve Efes Pilsen, jüri oylamasıyla da Arçelik lovemarks olmuşlar. Ertesi gün Hürriyetin haber başlığını tahmin edersiniz sanıyorum. Halk Hürriyet'i seçti :)

Peki acaba bunlar birazda zorunluluk yoluyla lovemarks seçilen markalar mı?
Eğer bazı markaları önceden belirlememiş olsalardı da bu markalar lovemarks seçilirler miydi?

Aşık olan terk eder!


Ebru.. Güzel, sevimli, güler yüzlü.. Aşık olduğu için gazeteciliği bırakmış, gerçeklerle karşılaşınca tekrar hayata tutunmaya çalışıyor.
Sinan.. Başarılı, akıllı, romantik.. Herkesin hayran olduğu bu adamın isteyipte elde edemediği kadın yok, karısına aşık, ama dışarıdaki hayatını da gönlünce yaşıyor.

Aralarındaki sevdada bir tek aşk sözcüğü geçmiyor ve böyle anlaşarak başlıyorlar ilişkiye. Bu ilişkinin en önemli ve tek kuralı aşık olunmaması.. Çünkü aşık olan terk edecek.

Erdoğan Aktaş'ı daha önceden bilmiyordum (tamam benim ayıbım) ama artık en yakın takipçisi olucam. Bir aşk böyle güzel mi anlatılır, üçüncü kişi bir ilişkinin güzelliğine böyle mi dahil olur. Bu ilk romanında Erdoğan Aktaş'ı kutluyor ve kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.

"..beni dalgalı denizlerine sürükleme, lütfen sirenlerin çağrısı gibi beni kayalıklara çekip, parçalara bölme, bırak hayallerimi, seni ve aşkımı yalnız yaşayayım.."

Friday, November 10, 2006

Dışardan etki.

Bir ürünün ambalajı onu almamızda ne kadar etkiliyse, bir binanın giydirilmesi de içeri de ne yaptıklarında, nasıl ürettiklerinde ve nasıl sattıklarında o kadar etkili bence. En son gördüğüm Citroen binasında arabaların oturdukları ray üzerinde aşağı-yukarı hareket etmeleri beni çok fazla etkiledi, çokta başarılı buldum. (Burada resmini bulamadığım için ekleyemedim)

Bunun üzerine de Marketing Türkiye'nin aylık yayınladığı Outdoor&Sign'den bu konuyla ilgili bir kaç kelime eklemek istedim.

Ambalajlar ne söyler?
* Moda ve zerafetle ilgili ambalajlarda pastel renkler, yaldız ve siyah kullanılıyor.
* Parlak renkler hafiflik, kutlama, rahatlık ve mutluluk duygusu veriyor.
* Daha koyu renkler, daha ciddi bir hava katıyor.
* Fotoğraf makinası ve teknolojik aletlerde kullanılan siyah ve gri renk 'ileri teknoloji' anlamına geliyor.
* Metal folyo, koruma amaçlı değilde daha çok görsel amaçlı kullanıldığı zaman, her zaman yüksek kalite ve pahalılık imajını sağlıyor.

Binalar reklamlarla giydiriliyor, çünkü:
- Stratejik olarak doğru seçilmiş bir cephe, etkileyici bir kreatif çalışmayla bütünleştiğinde markayı tüm mecralardan daha fazla etkileyeceği düşünülüyor.
- Bu tip çalışmalar markaların yaratıcı taraflarını ortaya koyuyor.
- Bina giydirmeler algılanma, hatırlama, dolayısıyla tüketime dönme avantajları sağlıyor.
- İnşaat halindeki binaların reklamlarla süslenmesiyle, çevrede kreatif bir görüntü sağlanıyor.

Wednesday, November 08, 2006

Doğum/Ölüm

Bu hafta hem bir ölüm, hem de bir doğum haberi aldım. Doğumun heycanlandırıcı olduğu kadar ölümün hangi yaşta gelirse gelsin üzücü olduğunu bir kez daha yaşadım. Biliyorum bu hayatta her şey biz insanlar için ama hasta da olsa, yaşlı da olsa ölüm hep bir burukluk bırakıyor giderken... Ecevit 172 gündür hastanede sürdürdüğü mücadeleyi kaybetti. Arkadaşım Burak Arıcı'nın bebeği Naz Arıcı aramıza katıldı.

Bülent Ecevit yaşlılığı ve dışarıdan müdahale aldığı son dönemi haricinde Türk siyaseti için çok önemli işler yapmış, siyaset tarihinde var olan en dürüst siyasetçilerden biri olmuştur. Olması gerektiği gibi yani.. Normal olan buyken şimdi en dürüst olan diye anılması çok garibime gidiyor.. Zaten dürüst olunmalı, insan dürüst diye övülmezki.. Kendisinden bu ülke çok şey öğrendi. Allah Rahmet Eylesin.

Naz'cığım, ne zaman hala diyeceksin :) İyiki doğdun tatlım.










YARIN
birşeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı
karıncaların telâşından belli
birşeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk
pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birşeyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
yarından önemli

Bülent ECEVİT