Tuesday, November 23, 2010

İngiltere'de bir Sonbahar molası.

Yılın en başından Amerika hayalleri kuruyorduk bu tatil için, hem uzundu, hem vizeler hazırdı, hem Elif'ler ordaydı.. Havayolları firmaları istediğimiz rakamlara gelmeyince bilette, Amerika işinden vazgeçip, Avrupa'da seçmelere başladım. Kısa bir süre önce, yine kısa bir süreliğine Orta Avrupa -Viyana, Prag, Budapeşte- hayalleri kurdum, öyle olacağını, oralara gideceğimi sandım, çünkü çok romantikti. Sonra yine şartlar değişti, bu sefer dedim peki Müge, yanına geliyorum. THY'dan millerle biletimi, anneciğimi de yanıma alıp Manchester'a gittik öncesinde. Bu kadar geç karar verip, geç planlar yapınca otelleri de www.laterooms.com'dan ayarlayabildim anca. Uygun fiyatlı süper oteller buldum. Müge, Leeds'ten geldi ve hep birlikte 2 günü şehir merkezine uzak ama tam bir İngiltere semtine yakışan otelimizde geçirdik. Oradan Liverpool'a geçtik. Beatles müzesini gezdik. Albert Dock Hall'da bulunan bu müze gerçekten görülmeye değer. Beatles'a ve şarkılarına bir kez daha hayran kaldım. Cavern Walks adı verilen alışveriş sokaklarına bayıldım. Gerçi saat 5'te tüm mağazalarının kapanmış olması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı.Bir de bunlar Beşiktaş'a çok gol atmışlardı da hani efsane olmuştu ya, o yüzden çok fena küstüm sokaklarda gezerken kendilerine. Manchester'da da, Liverpool'da da bulunan bir Wheel varki, tüm şehri yukarıdan görme imkanı sağlayan küçük London Eye'lar bunlar.
Sonra Müge okula döndü, biz de Londra'ya gittik. Bence Londra tipik Avrupa kentlerinin karadan kopmuş hali. Elinde harita, sokak gezmeye bayılan benim için hazır bekleyen bir çok sokağı vardı tabi, bende hiçbirini küstürmemek için hepsini gezdim. Buckingam Palace, Big Ben'in bulunduğu Westminister Binası, London Eye, Tower of London, London Bridge görülmesi gereken yapılar. Oxford Street, Piccadilly Circus, Trafalgar Square, Regent Street, gezilmesi gereken, öğleden sonra çayının içilmesi ve mağazalarına bakılması gereken sokaklar. Hyde Park, St.James Park, Kensington Garden dolaşılması ve özellikle de güzel havalarda dinlenilmesi gereken parklar. Şansımıza biz gezerken yağmur yağmadı, hatta bir tam gün hiç yağmadı Londra'da. Eh pozitif düşüncemin zaten yanımda olduğunu söylememe gerek yok sanırım... Sonraa Madame Tussauds ve British Museum'a gitmeden dönmeyin derim Londra için.
Mutlaka metroya binin ama sabah 8 - akşam 6 gibi iş trafiğinin olduğu saatlere dikkat edin. Kırmızı otobüsleri, siyah taksileri, kırmızı posta kutuları Londra denince ilk akla gelen simgeler zaten. Yaklaşan yılbaşı için süslenmiş mağazalar, tabiki ışık hayranı benim başımı döndürdü.. Otobüslerine binin, şoförlerle konuşun, herkes çok sıcak ve ilgili, bu seyahat benim İngilizlere bakış açımı değiştirdi. Saat 5 - 6 gibi kapanan dükkanlardan sonra, hemen publara geçip, orada biralarını içip, eğlenceye devam ediyor bu British insanları. Gitmişken Guinness ve Cider biralarını deneyin. Gerçi ben yine Miller, Efes ve Carslberg'i tercih ederim...

Çok ucuza şehirler arası seyahat edebileceğiniz otobüs firmaları var İngiltere'de. Bunlardan biri www.nationalexpress.com, diğeri www.megabus.com. Buralardan bilet alıp, çok yakın olan diğer şehirlerde dilediğinizce dolaşabilirsiniz. Biz bu firmadan aldığımız biletlerle Londra'dan Leeds'e geçtik. Müge'nin kaldığı yerleri de keşfedelim dedik. Leeds, küçük ama bir o kadarda sevimli bir şehir bence, üniversiteden yürüyerek şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz ama belediye de hiçbir masraftan kaçınmayıp, şehrin içerisinde dolaşan bir ücretsiz otobüs de koymuş. İsterseniz onunla da yorulmadan ulaşımınızı sağlayabilirsiniz. Univercity of Leeds'in kampüsünde gezerken, kendi öğrenciliğimin üzerinden ne kadarda çok zaman geçtiğini düşündüm. Zaman ne kadar hızlı akıyor.. Parkinson Steps de elbetteki fotoğraf çektirdim. Ve okula bağlı yurtlardan birinde Müge'nin odasında kaçak kaldık.. Gece ODTÜ'den birlikte gittikleri Ceren ve Erman ile oradaki arkadaşları Lia'nın da bize katılmasıyla Türk yemeklerinin şahaneliğinden, ülkedeki esneklikten ve özlemlerinden bahsettik. Sabah Leeds'ten trenle Manchester'a dönüp, tekrar Türk havasahasından Yeşilköy'e indik.

Annemin Avrupayla ilk tanışması olduğundan o herşeyi Türkiye ile karşılaştırmayı seçerken ben rahat rahat sokak gezmenin tadını çıkartıyordum. Hep söylediğim İngiltere'de futbol maçı izlemeden dönülmezi malesefki gerçekleştiremedim. Benim gittiğim şehirlerde, benim orada olduğum günlerde hiçbir maç programı yoktu. Sanıyorum, bu ülkeler benim seveceğim aktiviteleri ilk gidişte sunmuyorlar ki bana, sonra tekrar gitmek isteyeyim.

Wednesday, November 03, 2010

Bu hakemler ile bu lig bitmez. :)

Bu hafta Beşiktaş - Sivasspor maçını Kapalı tribünde Çarşı'nın içinde izledim. Şimdiye kadar herkes soyledi, herkes yazdı ama bir de benden duyun ki bu
Çarşı bambaşka bir ortam.
Gecmis yıllarda karsıdan izlemeye karar verdiğim ve izlerken kendimi
kaybettiğim büyük taraftar grubu; özverisi, desteği ve keyfi ile
vazgeçilemez.
Besiktaş da ilginç bir takım zaten. Son saniyelere kadar futbolun 90 dakika
olduğunu hatırlatan ve asla maça rahat bakmanıza izin vermeyen. O yüzden
mi seviyoruz nedir, anlamadim ki..
Bunun ne yönetimle, ne oynayan futbolcularla, ne de hakemlerle ilgisi var.
Ben bildim bileli hep böyleydi, değişime de direnen bir takım olduğundan
böyle de sürecek.
Şimdi stadımız yenilenecek gelecek sene, belki bu değiştirir bizi. Ama
değişmeyecek tek sey var ki - diğer takımların sahalarında ve taraftar
grupları arasında maç izlemiş biri olarak söylüyorum - o da şu;
CARSI en büyük, en organize, en keyifli taraftar grubu!

Aa bu arada maçı 2-1 aldık. Onu da belirtmeden geçmeyeyim.